22 Kasım 2010 Pazartesi

ALFREDO BONANNO ÖZGÜR!!!




Yunanistan'da 'silahlı banka soygunu' suçlamasıyla esir tutulan Alfredo M. Bonanno, yapılan duruşmada dört yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bugüne kadar hapis yattığı süre ve yaşının 70'in üzerinde olması gerekçe gösterilerek yarın (yani salı günü) serbest kalmasına karar verdi mahkeme.

Aynı suçlamadan yargılanan ve eylemi üstlenen Christos Stratigopoulos ise 8 yıl 9 ay hapse mahkûm edildi. Yunanistan devletinin yasalarına göre 2 yıl sonra, o da serbest bırakılacak.

Kısacası, Bonanno'nun tutsaklığı süresince eylemli dayanışmayı eksik etmeyen yeryüzünün tüm İsyankâr Anarşistlerinin gözü aydın!

12 Kasım 2010 Cuma

Manifesto, Avangard Sanat ve Eleştirel Düşünce

ALİ ARTUN



Manifestolar öyle bir ânı ifade eder ki, artık sabretmenin, uzlaşmanın, müzakerenin anlamı yoktur. Tarih o an kırılmalıdır. Zaman eylem zamanıdır, devrim zamanıdır, yıkım zamanıdır. İşte o zaman, şiddet yalnızca kaçınılmaz değil, kutsaldır, yücedir. Örneğin Fütürist Kadınlar Manifestosu dişilliğin zalimliğine seslenir (1912): “Kadınlar! Yeter artık bu namus baskısı, bu önyargılar! Yüce içgüdünüze dönün; şiddete ve zalimliğe dönün!” Breton da “İkinci Sürrealizm Manifestosu”nda şiddeti yüceleştirir (süblimleştirir): “En basit sürrealist hareket, tabanca elde sokağa fırlayarak, tetiği en hızlı çekebileceğiniz şekilde, körlemesine kalabalığa ateş etmektir. Hayatında bir kere olsun, bu aşağılık ve zavallı düzene böylece son vermeyi düşlememiş birinin hak ettiği yer, bu kalabalıktır.” “Sürrealizmin Politik Pozisyonu” başlıklı manifestosunda da Breton şiddet üzerinde durur ve şiddetin sanatın enerjisi olduğunu açıklar: “...yeni toplumun eşiğinde muazzam bir hazne keşfedilecektir. Bu hazne, tamamen silahlı olan sembollerin içinden fırlayarak kolektif hayatı işgal edeceği haznedir... Sorun, bilinçaltını şiddet fışkırtmaktan alıkoymak isteyen güçler koalisyonunun ilelebet ezilmesidir. Burjuva toplumu gibi, her yönden tehdit edilmekte olduğunu hisseden bir toplum, haklı olarak, böyle bir fışkırmanın onun ölümü olabileceğini düşünür.” Gerek Breton’un manifestolarında, gerekse sürrealizmden etkilenen diğer birçok avangard bildiride gördüğümüz, devrimciliği, yıkıcılığı ve şiddeti yaratıcı ve sanatsal bir eylem olarak kutsayan bu yaklaşımın anarşist gelenekle bağları ortadadır. Breton, “sürrealizmin kendini ilk kez anarşizmin kara aynasında tanıdığını” söyler.

http://www.aliartun.com/content/detail/50

4 Kasım 2010 Perşembe

RAF neden hâlâ örnek alınması gereken bir deneyimdir?



UYUMSUZLAR FRAKSİYONU



- Başkaldıran, mücadeleye cüret eden herkesin isyancı özne sıfatına layık olduğunu savunduklarından.

- RAF’ın kurucu kadrolarının, özellikle Andreas Baader ve Gudrun Ensslin’in temsil ettiği eğilimin, Batı metropollerinin kalıplaşmış, geleneksel muhalefet oyununu tersyüz etmeyi başarmış olmasından.

- Söylemde ve teoride ne kadar radikal ifadeler kullanılırsa kullanılsın, yaşamın bireysel/toplumsal akışı içinde konformizmden, popülist oportünizmden sıyrılamayanlarla yollarını salt ideolojik argümanlarla değil, ontolojik açıdan da ayırmaya cüret ettikleri için.

- Sistemin tüm değerlerine cepheden karşı çıkmayı hedefleyen bir kolektifin, en elverişsiz addedilen koşullarda bile kendi kapasitesini zorlayarak yasaların, kuralların güdümünden çıkmasının gerekliliğini uzlaşmaz biçimde benimsediklerinden ve bu süreci somut adımlarla ördüklerinden.

- Bireyin kitlesel muhalefet grupları çerçevesinde bütünsel bir yıkım perspektifini benimseyemeyeceğini ifade ettikleri, varoluş mahiyetinde akışkan bir yıkıcılığı ete kemiğe büründürdükleri için.

- Bireyin veya grubun teoride karşı çıktığı her şeye, her kurala ve buyruğa pratikte de darbe indirebilmesinin sınırlarını zorladıkları için.

- Söylemde kendilerine benzer değerlerden bahseden birçok grup, komünler, kitle örgütleri içinde, görece risksiz kulvarlarda kalmayı yeğlerken, hareket ve kültür bağlamında inatla yeraltını tercih ettiklerinden.

- Teorilerinin, birçok hayati eksiklik barındırmasına, eklektik bir yapıya sahip olmasına rağmen, sözlerinin de eylem olduğunun bilincinde öznelerce yaşamların ortaya konulması pahasına savunulmasından.

- Sisteme olduğu kadar topluma, toplumsal değerler olarak dayatılan sürü normlarına karşı da tavizsiz mücadele yürüttükleri için.

- Ancak hayata geçirilen alternatif deneyimlerin bireyin ruhuna işlemiş burjuva ahlakını, uyuşukluğunu parçalayabileceğinin bilincinde olduklarından.

- Merkezsiz, hiyerarşik işleyişe sahip çıkmayan otonom bir ‘ordunun’ da yaratılabileceğini kanıtladıklarından.

- Öznenin iradi eyleminin toplumsal sürecin şekillenmesindeki hayati rolünün farkında olduklarından.

- Tahakküme, tahakküm odaklarına fiili darbeler indirmeden gerçekten karşı çıkılmış olunamayacağını dosta- düşmana gösterdiklerinden.

RAF, bu ve buna benzer onlarca nedenden dolayı günümüzde de önemini halen koruyan bir alternatif duruşun öznesiydi. Tabii ki, örgütsel olarak RAF, pirûpak, hatalardan azade bir oluşum değildi; tarihsel konjonktürden veya öznel yetersizliklerden kaynaklanan birçok eksiklikliği, zaafları da içinde barındırıyordu. Bu bağlamda, RAF pratiği, her somut deneyimde olduğu gibi, çokyönlü bir perspektiften değerlendirilmeli, eleştirel bir süzgeçten geçirilmelidir. Dolayısıyla, RAF deneyiminin birebir taklit edilmesi gibi absürd bir öneriyi dillendirmek bugün için anlamsız kaçabilir. Ancak,tartışma götürmez bir gerçek var ki: RAF’ın çokça bahsedilen eylemli pratiği bir tarafa, kültürel/varoluşsal/tözsel manada arkasında durduğu değerleri hatırlamak/hatırlatmak ve örnek almak bugünümüz ve geleceğimiz için hayati bir ihtiyaç durumundadır.