21 Haziran 2011 Salı

UNABOMBER'I UNUTMA!


GÖK

1 Mayıs 1942'de Chicago'da doğan, Polonya asıllı Theodore John Kaczynski, Harvard Üniversite'sini bitirmiş dahi bir matematik profesörü. Senelerce ABD'nin çeşitli üniversitelerinde çalıştıktan sonra bir anda akademik ortamlardan çekilerek Montana'daki bir orman kulübesinde yaşamaya başlamış, " Teknoloji dünyanın mevcut durumundan sorumludur ve dünyanın gelecekteki gelişimini kontrol edecektir. Bu yüzden ortadan kaldırılmalıdır" şeklinde özetlenebilecek düşünsel evriminin tutarlı ve samimi biçimde gereğini yapmaya koyulmuştu. Uygarlıktan ve insanlardan uzak derviş misali yaşantısı, tekno-endüstriyel sistem karşıtı bombalı eylemlerin faili olduğu trajik biçimde ortaya çıktığında bambaşka bir şekle bürünecekti. Onun tüm muktedirleri şaşkınlığa gark eden eylemleri gerçek radikallere güç ve moral aşılıyordu.

İlkelerine sadık kalmaya özen göstererek inşa ettiği kararlı mücadelesine gizemli bir eylemci olarak devam ederken, Kaczynski'nin yakalanmasına yol açan şey ise, bizzat kaleme aldığı tekno-endüstriyel sistem karşıtı manifesto oldu. Bu süreçte, profesyonelce seçtiği hedefleri, ev yapımı bombalarla imha eden romantik imajı bir anda altüst olacaktı. 19. yüzyıl anarşistlerini çağrıştıran bir cüreti günümüze taşıyan Kaczynski, saldırılarını sürdüreceği tehditiyle manifestosunu Washington Post’ta yayımlatmıştı. Federal savcının çaresiz kalarak onaylaması sonucunda 19 Eylül 1995’te manifestonun gazetede yayımlanmasıyla birlikte, Ted için zor zamanlar başladı.

Doğadaki tüm canlılar için asıl somut tehlikenin endüstriyel kurumlaşma olduğunu ve bu sistemin toptan yok edilmesinin aciliyetini güçlü bir sesle haykıran manifesto, tüm dünyada yankı yarattı ve çeşitli dillere çevrildi. Ancak bu popülarite, Shakespeare trajedilerine yaraşan bir deşifre olma ve yakalanma hikâyesinin de yolunu açtı. Washington Post'taki manifestoyu okuyan Kaczynski'nin kardeşi David, metnin içerdiği fikirlerin ve kullanılan üslubun, yıllardır münzevi bir hayat sürdüren ağabeyi Thedore'un kendisine yolladığı mektuplara olağanüstü benzediğini fark etti ve bu düşüncesini FBI'yla paylaşmaktan imtina etmedi. Böylece David, ağabeyinin 'Unabomber' olabileceğini devlet yetkililere ihbar ederek Kaczynski'nin kulübesini deşifre etmiş oldu. 17 Nisan 1996 günü tüm gazete ve televizyon kanalları yıllardır eylemleriyle, mevcut paradigmayı sarsan metinlerinin radikal içeriğiyle dünya kamuoyunu şok eden Unabomber'ın yakalandığını duyuruyordu.

Bir efsane daha küresel propaganda araçlarının dedikodu ağlarının önüne malzeme olarak sunulmuş oldu böylece. Kaczynski'nin yakalanma süreci kadar davası da gündemi uzun bir süre meşgul etti. Kendisi hakkında 'akli dengesi bozuk' temalı bir savunma inşa etmeye soyunan avukatını kararlı biçimde azleden Kaczynski, mahkeme süresince de manifestosunu var eden düşüncelerinden zerre kadar taviz vermedi, geri adım atmadı. Bir yandan da Unabomber olduğu yolundaki tüm iddiaları reddetti.

ABD usûlü 'gösteri demokrasisi' böylesi bir davada da yine kendine özgü sirk atmosferini yaratarak Kaczynski'ye verilecek ceza konusunda telefon hatları açtı o günlerde. 'Asılmalı mı, asılmamalı mı' şeklindeki soruya telefonla yanıt verenlerin çoğunun çeşitli mecralardan üzerlerine akıtılan sinsice ideolojik manipülasyonlara aldırmadan, 'asılmamalı' seçeneğinde karar kılması da o dönemden hatırlarda kalan ilginç ve önemli bir anekdottur.

"Tekno-endüstriyel sistem, sözde 'demokratik' yapısı ve sonuçtaki esnekliğine bağlı olarak, olağanüstü derecede dayanıklıdır. 'Demokratik' sistemde, toplumsal gerilim ve direniş tehlikeli bir şekilde inşa edildiğinde, sistem bu gerilimleri güvenli bir seviyeye çekmek için esner ve uzlaşır. Bu yüzden, sisteme yaralanacağı yerden vurmak için, sistemin geri tepmeyeceği, sonuna dek savaşacağı konular seçmek zorundasınız. Çünkü ihtiyacınız olan, sistemle uzlaşmak değil, ölüm kalım mücadelesidir" diyordu Kaczynski. Böylece ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi gibi günümüz toplumsal aktivistinin gündemini teşkil eden sorunlara karşı verilen mücadelerin eninde sonunda sistemi esneterek, içeriden eklemlenmeye yol açacağını öne sürmüş oluyordu. Kaczynski, bireyi baz alan isyanını, radikal sistem karşıtı düşüncelerini hapishaneden de zenginleştirmeye devam ediyor.

Destek ve mektuplaşma için adres: Ted Kaczynski (04475-046), US Pen- admin Max Facility, PO Box 8500, Florence Colarado 81226, USA

Kaczynski diyor ki:
“Herhangi bir çatışma biçiminde, eğer kazanmak istiyorsanız, düşmanınızın yaralanacağı yerine vurmanız gerekir. Birisi size yumruk attığında, kendinizi onun yumruğuna vurarak savunamazsınız, çünkü onu bu yolla ya-ralayamazsınız. Kavgayı kazanmak için yaralanacağı yere vurmanız gerekir. Bu da demektir ki, yumruğun ardına geçmeli ve o kişinin bedeninin duyarlı ve zayıf yerlerine vurmalısınız...”

Unabomber'a göre hayati hedefler:
» Elektrik endüstrisi
» İletişim endüstrisi
» Bilgisayar endüstrisi
» Propaganda endüstrisi
» Biyoteknoloji endüstrisi

10 Haziran 2011 Cuma

GÖSTERİ-META EKONOMİSİNİN GERİLEYİŞİ VE YIKILIŞI


GUY DEBORD

13-16 Ağustos 1965'te, Los Angeleslı siyahlar ayaklandılar. Trafik polisi ile yayalar arasında geçen bir olay iki günlük bir kendiliğinden ayaklanmaya yol açtı. Sürekli takviye edilen birliklere rağmen, düzenin kuvvetleri sokakların kontrolünü yeniden ele geçiremediler. Üçüncü güne gelindiğinde, civardaki silah dükkanlarını yağmalayarak silahlanan siyahlar, polis helikopterlerine ateş bile açabildiler. Ayaklanmanın Watts bölgesiyle sınırlı kalması, ve günlerce süren sokak çatışmalarının nihayetinde kontrol altına alınması, tanklarla desteklenen bir piyade tümeni dahil olmak üzere, binlerce polis ve askeri gerektirdi. Dükkanlar tamamen yağmalandı ve çoğu yakıldı. Resmi kaynaklar (27'si siyah olmak üzere) 32 ölü, 800 yaralı ve 3000 tutuklu rapor ediyordu.
Tarafların tepkiler oldukça aydınlatıcıydı: varolan sorunları açığa çıkaran devrimci bir olay karşıtlarının alışılmadık bir açıklığa [lucidity] yönelmesini provoke eder. Örneğin, Polis Şefi William Parker, doğru bir şekilde şunları öne sürerek tüm siyah örgütlenmelerinin arabuluculuk tekliflerini reddetmişti: "Bu ayaklanmacıların lideri yok." Siyahların artık hiçbir lideri olmadığı için, bu her iki taraf için de tam bir karar anıydı. İşsiz liderlerden birisi olan, NAACP genel sekreteri Roy Wilkins'in diyecek neyi vardı? Ayaklanmanın "gerekli her türlü kuvvet kullanılarak bastırılması gerektiği"ni söyledi. Ve [ayaklanmayı] şiddetle protesto eden Los Angeles Kardinali McIntyre, tam da Roma Kilisesi imajını modernleştirirken, en iyi siyaset olacağı varsayılabilecek [ayaklanmanın] bastırılmasında [kullanılan] şiddeti protesto etmedi; Katolikleri, yağmaya ve "görünürde hiçbir haklı gerekçesi olmayan bu şiddet"e karşı çıkmaya çağırarak, "bu önceden tasarlanmış ayaklanmanın herkesin komşunun haklarına karşı ve kanun ile nizama duyulan saygıya karşı" [olduğunu] açıklamıştır. Ve Los Angeleslı siyahların öfkelerinin "görünürdeki haklı gerekçelerini" (ancak asla gerçek olanlarını değil) kabul edecek kadar ileri gidenler ise, [yani] mankafa enternasyonal Sol'un tüm ideologları ve "sözcüleri", sorumsuzluğu, düzensizliği, yağmayı (özellikle de silahların ve alkolün ilk hedefler olması olgusunu), siyahların kavga ve kurşunlarını ateşleyen 2000 atışı kınadılar. Ancak Los Angeles ayaklanmacılarını hak ettikleri şekilde kim savundu? Biz yapacağız.

Watts patlamasına kadar, siyah yurttaşlık hakları gösterileri, liderleri tarafından, polisin ve ırkçılar tarafından [yapılan] --geçen Mart'ta Alabama, Montgomery'de yapılan yürüyüşte olduğu gibi-- en kaba şiddeti hoş gören yasal sistemin sınırları içinde tutulmuştur. Bu son skandalın ardından dahi, federal hükümet, Vali Wallace ve Martin Luther King arasında yapılan dikkatli anlaşma, 10 Mart'ta Selma yürüyüşçülerinin polisin ilk uyarısıyla onurla ve dualarla geri çekilmesine yol açmıştır. Göstericiler tarafından beklenen çatışma basit bir potansiyel çarpışma gösterisine indirgenmiştir. O anda şiddetsizlik cesaretinin en acınacak sınırına ulaşmıştı: ilk önce kendinizi düşmanın yumruğu karşısında korumasız bırakın, ardından ahlaki asaletinizi onu daha fazla kuvvet kullanmanın yaratacağı sıkıntıdan kurtarma noktasına kadar zorlayın. Ancak buradaki temel nokta, sivil haklar hareketinin sadece yasal sorunlara yasal araçlarla hitap etmesidir. Yasal sorunlar söz konusu olduğunda yasal yollara başvurulması mantıksaldır.Amerikalı siyahların gerçekte talep etme cesareti gösterdikleri şey gerçekten yaşama hakkıdır, ve son tahlilde bu toplumun toptan yıkılmasını gerektirir. Siyahlar günlük yaşamlarında kendilerini giderek daha yıkıcı yöntemler kullanmak zorunda bulduklarından, bu daha da açık bir hale gelmektedir. Mesele artık yalnızca Amerikalı siyahların koşulları değildir, ilk ifadesini Amerikalı siyahlar arasında bulan Amerika'nın koşullarıdır. Watts ayaklanması ırkçı bir çatışma değildi: siyah dayanışması siyah dükkan sahiplerine ve hatta siyah taksi şöförlerine kadar uzanmazken, ayaklanmacılar kendi yollarına giden beyazlara dokunmayıp yalnızca beyaz polislere saldırdılar.

Los Angeles ayaklanması, metaya karşı, işçi-tüketicilerin hiyerarşik bir şekilde meta standartlarına tabi olduğu bir meta dünyasına karşı bir ayaklanmaydı. Tüm ileri ülkelerdeki genç suçlular [delinquent, sorumluluklarını yerine getirmeyen] gibi (ancak, geleceği olmayan bir sınıf kesimi, önemli herhangi bir bütünleşme veya terfi etme şansına inanamayan bir proleter kesimi olmaları nedeniyle onlardan daha radikal bir şekilde), Los Angeleslı siyahlar modern kapitalist propagandayı, onun bolluk reklamını kelimesi kelimesine almaktadır. Şimdi gösterilen ve soyut bir şekilde erişilebilir olan tüm nesnelere sahip olmak istiyorlar, çünkü bunları kullanmak istiyorlar. Bu yolla onlar kendi değişim-değerlerine; onları kendi amaçları doğrultusunda şekillendiren ve komuta eden, herşeyi önceden seçen meta gerçekliğine meydan okuyorlar. Hırsızlık ve hediye yoluyla, metanın baskıcı rasyonalitesini anında çürüten, onun ilişkilerinin ve hatta onun üretiminin rastgele ve gereksiz olduğunu ortaya döken bir kullanımı yeniden keşfediyorlar.

Yağmalama, doğal olmayan ve insanlık dışı bir meta bolluğu toplumuna karşı gösterilen doğal bir tepkidir. Anında olduğu haliyle metayı gözden düşürür, ve metanın en nihayetinde ima ettiği şeyi gözler önüne serer: ordu, polis ve devletin silahlı şiddet tekelinin diğer uzmanlaşmış müfrezeleri. Bir polis nedir? O, metanın faal hizmetçisidir; işi insan emeğinin belli bir ürününün --(ondan faydalanmak isteyen herkese bağlı olan, pasif, cansız bir nesne [olarak]) basitçe bir buzdolabı veya tüfek haline gelmesi yerine, büyüleyici karşılığının ödenmesi gereği özelliğine haiz-- meta olarak kalmasını sağlamak olan, metaya tamamen itaat eden bir insan. Siyahlar, polise mecbur olma utancını reddederken, aynı zamanda metalara mecbur olma utancını da reddediyorlar.

Kapitalist gösteriyi göründüğü haliyle alarak, siyahlar zaten gösterinin kendisini reddetmektedirler. Gösteri kölelerin uyuşturucusudur. Harfi harfine kabul edilmek üzere değil, erişilmez bir şeyin peşinden gidercesine takip edilmek üzere tasarlanmıştır; bu ayrım ortadan kaldırıldığında, hile ortaya çıkar. Bugün Birleşik Devletler'de beyazlar metaların kölesi haline gelirken, siyahlar bunu olumsuzlamaktadırlar [yadsımaktadırlar]. Siyahlar beyazlardan daha çok şey talep ediyorlar --bu, beyaz toplumsal sistemin dağılması dışında hiçbir çözümü olmayan sorunun özüdür. Kendi köleliklerinden kurtulmak isteyen beyazlar işte bu nedenle ilk önce siyah devrime katılmalıdır --tabii ki, ırksal bir dayanışmada değil, metanın ve devletin birleşik bir küresel reddinde.

Gösteri evrenseldir, aynen meta gibi küreyi dolaşır. Ancak meta dünyası sınıf çatışmasına dayandığı için, metanın kendisi bizzat hiyerarşiktir. Metanın (böylece de rolü meta dünyasını bilgilendirmek olan gösterinin) hem evrensel hem de hiyerarşik olması gereği, evrensel bir hiyerarşikleşmeye yol açar. Ancak bu hiyerarşikleştirmenin gizli kapaklı kalması gerektiği için, gizli kapaklı bir biçimde ifade edilir.

Amerikalı siyahlar, sessiz kaldıkları müddetçe çoğu olayda hayatta kalmalarına müsade edileceğinden emin olabilirler. Kapitalizm, "refahı" en yoksul olanlara dağıtabilecek kadar devlette yeterince yoğunlaşmış ve [onunla] birbirine bağlı hale gelmiştir. Ancak toplumsal olarak örgütlenmiş bir hayatta kalmanın ilerlemesi karşısında çok geride kalmaları olgusu nedeniyle, siyahlar hayatın sorunlarını ortaya çıkarırlar; onların asıl olarak talep ettikleri şey hayatta kalmak değil yaşamaktır. Siyahların sigorta ettirecekleri bir şeyleri yoktur; onların misyonu tüm eski özel sigorta ve güvenlik biçimlerini yıkmaktır. Gerçekte oldukları şekilde gözükürler: Amerikanın büyük bir çoğunluğunun değil, tüm modern toplumun yabancılaştırılmış yaşam tarzının uzlaşmaz düşmanları. En ileri endüstriyel ülke, sistem yıkılmadığı sürece her yerde izlenmesi gereken yolu göstermektedir bizlere.

9 Haziran 2011 Perşembe

UZLAŞMA YOK, İSYAN VAR!


DÜZEN PARTİLERİNDEN BAĞIMSIZLARA, SAĞCISINDAN SOLCUSUNA HİÇBİR PARTİYE OY YOK!

UZLAŞMA YOK, İSYAN VAR!

8 Haziran 2011 Çarşamba

ALF MANİFESTOSU



STEVE BEST

Siyah Amerikalılar ve ırkçılık karşıtları adalet ve eşitlik için mücadele etmeye devam ederken, ahlâki ve politik odak noktası çok daha kadim, yaygın ve yoğun, şiddet içeren; küresel bir soykırımda milyarlarca hayvanı esir edip işkence eden ve öldüren bir kölelik biçimine doğru kayıyor.

Hayvan özgürlüğünden insan özgürlüğünden bahsettiğimiz şekilde söz ediyoruz. İnsanlar fiziki nesneleri esir edemez, tahakküm altına alamaz veya sömüremez, ayrıca fiziki nesneler özgürleştirilemez, serbest bırakılamaz, azat edilemezler.

Bu terimler ancak duyguları olan organik yaşam formları için geçerli; yani acı ve zevk, mutluluk ve ızdırap gibi hisleri tecrübe edebilen canlılar için geçerli.

Tür farklılıklarından ve insanın dil ve akıl güçlerinin hayvan yaşamının benzersiz niteliklerinden üstün görmeye yönelik keyfî çabalardan farklı olarak insan ve insan olmayan hayvanlar neşe, acı gibi aynı evrimsel kapasiteleri paylaşıyorlar ve bu anlamda da hepsi hem eşitler hem de aynılar.

Temelde, etik; insanların başkalarının acı çekmesine sebep olunmamasını ya da başkasının yaşamına ya da özgürlüğüne kastetmemesini talep eder, bunun olması için geçerli ,z orunlu bir gerekçe olmak zorundadır (meşru müdafaa gibi).

Hayvan duygularının, zekâsı ve sosyal yaşamının kompleks oluşu ile ilgili çok fazla sayıda bilimsel eser bulunmasına rağmen bir canlının duygu hissetme kapasitesi bulunması onun temel haklara sahip olması için hem yeterli hem de gerekli koşulları oluşturmaktadır.

Bu yüzden, hayvanların esir edilebilmesi gibi, özgürleştirilmesi de mümkündür; gerçekten de hayvanların esir edildiği bir yerde insanların onları özgürleştirmek gibi bir görevleri bulunuyor.

Bu vicdan ve görev çağrısına cevap veren hayvan özgürlüğü grupları, dünyanın her yerinde hayvanları sömürü sistemlerinde kurtarmak gibi bir amaçla hareket geçti, zulmün maddi ve ekonomik temellerine saldırıp onu kullanılmaz hale getirerek hayvanların insanlar için bir kaynak, mülk ve/veya köle olduğu şeklindeki o kadim mentaliteye meydan okumaya başladılar.
Siyahları doğal çevrelerinden ve yuvalarından kopardılar, vücutlarının etrafına zincirler sardılar, aylarca haftalarca acı çekmelerine bakmaksızın onları sıkış tıkış hücrelere doldurup denizlerde taşıdılar, derilerine kimin mülkü olduğunu gösteren demirden sıcak damgalar bastılar.

Onları köle olarak açık artırmalara çıkardılar, çığlık çığlığa ağlayan aile üyelerini ayırdılar, emekleri ve hizmetlerini sömürmek adına üremeye zorladılar, çıkar uğruna sömürdüler, nefret ve öfkeyle onları dövdüler, çok sayıda siyahı bir arada öldürdüler…işte bütün bu dehşetlerin ve vahşetin hepsi hayvanların sömürülmeye başlaması ile mümkün oldu.

Teknoloji ile gelişip kapitalist çıkar elde etme amacıyla daha da ileri giden, hayvanların duyguları, zihinleri ve vücutlarının şiddet dolu bir biçimde sömürülmesine bugün de devam ediliyor, milyarlarca hayvan kürk çiftliklerinde, fabrika çiftliklerinde, mezbahalarda, araştırma laboratuarlarında ve diğer cehennemsi mekânlarda işkenceye uğratılması ve öldürülmesiyle devam ediyor.

Artık bir siyahın, Yahudi’nin veya başka bir insanın “hayvan gibi” dövülmesinin suç olup olmadığını sormak hiç adil değil; tam tersine hayvanları sömürmenin ve terörize etmenin hiç sorgulanmadan kabul edilmesini de inceden inceye sorgulamak zorundayız.

Irkçı kafa yapısı ten rengine dayalı olarak bir aşağı/üstün hiyerarşisi yaratır; tür ayrımcısı kafa yapısı da evrimci süreci/süremi insan ve insan olmayan yaşamlar şeklinde bir zıtlaşma içine sokarak hayvanları hem aşağılamış hem de nesneleştirmiş olur.

Irkçılık nefret dolu bir beyaz üstünlükçülüğünden meydana geldiği gibi tür ayrımcılığı da şiddet barındıran bir insan üstünlükçülüğünden doğuyor, bu da insanların hayvanları kendilerine uygun şekilde kullanmasının doğal ya da Allah vergisi bir hak olduğuna olan derin inançtan kaynaklanıyor.

Hem ırkçılık hem de tür ayrımcılığı kölelik ekonomilerine meşrulaştırmaya yarıyor. İç Savaş sonrası Pamuk Ekonomisi Büyük Baş Hayvancılığı Ekonomisine dönüştü, bu arada ülke batıya yürümeye devam ediyordu, hem 60 milyon bufaloyu hem de milyonlarca Kızılderiliyi öldürdüler, ardından da büyük baş hayvanların gıda olmasına adına yetiştirilmesi ve katledilmesine başlandı.

Yirminci yüzyıl boyunca ABD bitki temelli bir beslenme tarzından ete dayalı bir beslenme tarzına kaymaya başladı, et ve süt endüstrileri devasa ekonomik güçler haline dönüştü. Son on yıllar içerisinde ilaç ve biyoteknoloji şirketleri küresel kapitalist şebekelerin büyük parçalarına dönüştü, ayrıca onların araştırma ve test operasyonları da her yıl milyonlarca laboratuar hayvanının yetiştirilmesi, sömürülmesi ve öldürülmesine dayanır oldu.

Elbette Homo erectus üç milyon yıl önce alet yapmaya başlar başlamaz hominidler hayvanları hem emek gücü , hem gıda, giysi ve daha nice kaynak olmaları adına öldürmeye başladılar, o zamandan beri hayvan sömürüsü insan ekonomileri için yaşamsal bir önem taşıyor.

Ancak insanların geçmişin avcı ve toplayıcı toplumlarında, teknolojisi gelişmemiş toplumlarda hayatta kalmak adına insanları kullanmalarını meşrulaştıracak ne türden haklı gerekçeleri var idiyse bu bahaneler günümüzde hayvanların gıda, giysi ve tıbbi araştırmalarda kullanılmasını gerektirmeyen alternatifler yüzünden geçerliliğini yitirmiştir.

Dahası, hayvan sömürüsü modern ekonomiler için ne kadar önemli olursa olsun hayvanları esir etmek adına öne sürülen faydalanmacı özürlerin hepsi insan köleliği ya da Auschwitz ya da Tuskegee’de insan deneyleri adına öne sürülen özürler ve bahaneler kadar geçersizdir.

Haklar faydalanmacı tavırları ezer geçer; hakların en önemli işlevi insanları başka birisinin iyiliği ya da halkın faydalanması adına kullanılmaktan korumaktır.

Doğrudan Eylemin Savunulması Adına

Kölelik karşıtlığı, refahçılığa değil de hak mantığına dayansa da aşılması gereken bazı hayvan hakları pozisyonları bulunuyor.

Öncelikle Gary Francione’ın belirttiği gibi, bir çok birey ve organizasyon hayvan haklarını baş tacı etse, normalde ve gerçekte haklar adına konuşsa da pratikte refah reformları talep eden ve zulmü ortadan kaldırmak değil sadece aksayan yönlerini iyileştirmek isteyen “yeni refahçılar”dır.

Francione refah ve haklar, reform ve kölelik karşıtlığı arasındaki kompleks ilişkileri önemsiz gibi gösterse bile refah ve hak yaklaşımları arasındaki en temel farklılıkları aydınlatmaktadır, ve haklı olarak da hiç taviz vermeyen bir kölelik karşıtı kampanya ve tavrın ne kadar gerekli olduğu konusunda ısrar etmektedir.

Ancak Francione hayvan hakları “yasalcılarının” ortaya koyduğu ikinci bir sorun’un semptomudur, bu insanlar ahlâki ve politik sebebi kabul edilebilir hale getirecek tek geçerli ve etik olarak doğru yolun devlet tarafından önceden onaylanmış ve kabul görmüş yaklaşımlar olduğunu düşünürler ve statükoya aldanan insanlardır.

Militan doğrudan eylem taktikleri hem insan hem de hayvan köleliğine son vermekte hayati bir role sahip, bunu reddederek Francione ve diğerleri hayvan refahçılarının militan doğrudan eylemlere yönelik aynı bahaneyi kullanıyorlar.

Hak konusunda ortaya konan refahçı eleştirilerin aynısını sürdürerek ve devlet ve hayvan sömürüsü endüstrilerinin bir anlamda kuklası olma görevini üstlenerek Francione doğrudan eylemciler, radikal, ekstrem insanlar olarak gösterip mücadelenin gelişmesi ve ahlâki inandırıcılığına zarar verdiğini söylemektedir.

Kendisinden önceki hareket gibi, yeni kölelik karşıtı hareket de felsefesi ve taktikleri konusunda farklılık barındırıyor, bunlar yasaldan illegal yaklaşımlara , pasifist yönelimlerden şiddet barındıran yönelimlere dek uzanıyor. Yeni kölelik karşıtlığını paradigmatik bir örneği ise ALF’tir.

ALF eylemcileri hayvanları sömürenlere iki farklı şekilde taktik kullanıyor. Öncelikle bu insanların ekonomik anlamda kalbine kazığı çakacak şekilde sabotaj ve mülkü yok etme taktiği kullanıyorlar, böylece hayvan sömürüsünün daha az çıkar sağlaması için çabalamış oluyorlar.

ALF kullandığı metodların şiddet içermediği konusunda ısrar ediyor; çünkü sadece hayvanları sömürenlerine mülklerine saldırıyorlar, asla insanlara saldırmıyorlar. Bu yüzden Walker ve Garnet tarafından başvurulan şiddetten uzak duruyorlar.

ALF gerçek şiddetin araştırma ya da para kazanmak adına hayvanlara yaplan şey olduğunu öne sürüyor. İkinci olarak doğrudan ve ani özgürlük eylemleride ALF hayvanları kurtarmak ve serbest bırakmak adına esir tutulan hayvanların bulunduğu bölmelere ve mekânlara izinsizce giriyor.

Hayvanları “çalmıyorlar”; çünkü hayvanların kimsenin malı veya mülkü değil, hiç kimseye ait değiller; onlar tam tersine hayvanları özgürlüklerine kavuşturuyorlar.

ALF özgürlüklerine kavuşturdukları hayvanların çoğu için veteriner bakımı ve yuva sağlıyorlar, büyük bir yeraltı şefkat ve yuvalandırma şebekesi kullanıyorlar.

Yeni kölelik karşıtlığı Compassion Over Killing gibi “açık kurtarma” gruplarında da net bir şekilde görülebilir, bu insanlar mal ve mülke zarar vermeden ve maske arkasına gizlenmeden hayvanları fabrika çiftliklerinden kurtarıyorlar.

Dahası, yemek yemek adına hayvanları kullanmanın ve öldürmenin istediği kadar insancıl şekillerde ve free-range tarzda elde edilsin, yanlış olduğu prensibine inandıkları için bütün hayvan ürünlerini boykot eden etik veganlar hayatlarından zulümü çıkarıp hayvan sömürüsünün tamamen ortadan kaldırılması yolunda katkıda bulunmuş oluyorlar.

Ancak şu anda hayvan özgürlüğü hareketinde Nat Turnerlar ve John Brownlar bulunmuyor, belki ortaya çıkmaları an meselesi, ve çıktıkları zaman eylemleri için adil ve haklı sebepleri de olacak. Daha öncekiler gibi olacaklar. Mücadele gospelinde söylendiği gibi: adalet yoksa, barış da yok.

Ahlâki İlerlemenin Anlamı

On dokuzuncu yüzyıl kölelik karşıtları insanların o günün en büyük ahlâki meselesine insanları uyandırmaya çalışıyordu, 21. yüzyılın yeni kölelik karşıtları da insanları hayvan sömürüsü ve zulmünün önemi ve korkunçluğu hakkında aydınlatma yönünde mücadele ediyorlar.

Siyah köleliğinin Amerikan “demokrasi”si ve modern değerlerin anlamı hakkında en temel soruları sorgulaması gibi, hayvan köleliği ile ilgili şu andaki tartışmalar da insan psikolojisinin şiddet, yabancılaşma, kibir yüzünden hasar görmesi ve bütün hayata hürmet duymaya dayalı bir yeni etik ve duyarlılık gereksinimin incelikle incelenmesi gerektiğini öne sürüyor.

Hayvan özgürlüğü, modern kültür için yabancı bir kavram değil; aslında Batılıların son iki yüz yıl içinde eşitik, demokrasi ve haklar gibi ortaya koyduğu en ilerici etik ve politik değerler üzerinde gelişiyor, onları mantıklı sonuçlarına taşıyor.

Arthur Kaplan gibi ahlâkbilimciler, hak konusu hayvanları da kapsayacak şekilde kullanıldığında ucuzlama söz konusu olduğunu söyleseler de bu hareketi hak kavramının keyfi ve önyargılı kullanımından kurtaran ve gerçek anlamlarına yakınlaştıran bir tavır olmak daha doğru bir yorum olur.

Ahlâki evrimdeki yeni büyük adım, gezegen üzerindeki türlerin çoğunu tek bir türün şiddet dolu kırbacına mahkûm eden son kölelik biçimini ortadan kaldırmaktır.

Günümüzde ahlâki gelişim, toplumun erkek üstünlüğü ve beyaz üstünlüğünü yolladığı aynı çöp tenekesine bu sefer insan üstünlüğünü yollamak olmalı.

Hayvan özgürlüğü insanların etik ilerleme adına önemli bir adım atabilmesi için insancılığın sınırlarını aşmayı gerektirir, böylece ahlâki çıtamız dil akıl sahibi olmaktan duygu hissetme ve öznelliğe indirilmiş olur.

Hayvan özgürlüğü çok geniş bir tarihi öğrenme sürecinin sonucudur, bu süreçte insanlar yavaş yavaş hiyerarşi, ve her türden ayrımcılığın keyfi,temelsiz ve yanlış olduğunu idrak etmişlerdir.

Ahlâki ilerleme kadim ataerkillikten Sosyal Darwinizm’in krallara bahşettiği ilahi haklara ve tür ayrımcılığına dek bir grubun bir başka grubu tahakküm altına almasını meşrulaştırmaya çalışan bütün mitlerin yapıbozumu ve bütün masalsılığının ortadan kaldırılması sürecinde meydana geliyor.

Ahlâki ilerleme, hiyerarşik vizyonların eşitlikçi vizyonlarla yer değiştirmesi dinamiği ve daha geniş ve kapsayıcı bir etik toplum geliştirme çabalarıyla oluşuyor.

Kadınları, siyahları ve diğer dezavantaja sahip grupları ezmek için kullanılan mantık dışı ve haklı görülemeyecek bahanelerin farkına varan toplum, tür ayrımcılığının da bir başka ayrımcılık ve zulüm, baskı biçimi olduğunu anlamaya başlıyor.

Geçmişteki kölelik karşıtlarının ve sufrajelerinin başarıları, bilinci ve şu ânın gücü üzerine yapılandırılan bu yeni kölelik karşıtlarının mücadelesi yeni bir Hayvan Hakları Bildirgesi’nin kabul edilmesini de sağlayabilir.

Böylesi bir bildirgede hayvanların sömürülmesi yasaklanırken tür ayrımcılığına dayalı ayrımcılığa da hayır denir ve bir yandan hayvanlara ciddi anlamda bir kişilik sahibi olma statüsü tanırken hayatta olma, özgür olma ve mutlu olma yönünde gösterecekleri çabaları onların hakkı olarak kabul etmeyi de bağlayıcı ve gerekli bir unsur olarak kabul edilir.

2002 yılında Almanya anayasasına devletin insanların onurunu korumak maddesine “hayvanları da” kelimelerini ekleyerek yaşamsal önemdeki ilk adımı atmış oldu.

Eğer kapitalizm büyümek ya da ölmek üzerine bir sistem olup köleliğe ve sömürüye dayanıyorsa, ister emperyalizm ister sömürgecilik olsun, çalışanların sömürülmesi, cinsiyet ayrımı ve gelirin adilane dağıtılmaması ya da hayvanların baskı altına alınması konusu olsun farketmez; o zaman bu sistem radikal demokrasi hareketinin iyileştirmesi değil tamamen dönüştürmesi gereken bir sistemdir.

Ama siyah kölelerin İngiliz hükümdarlığına veryansın eden sömürgecilerin ikiyüzlülüğünü kınaması gibi, sufrajelerin ABD’nin demokrasi için 1. Dünya Savaşı sırasında mücadele ederken kendi ülkesindeki nüfusun yarısına haklarını vermemesindeki çelişkileri ifşa etmesi gibi, o halde barışı, adaleti, demokrasiyi ve hakları hedef edinmiş bütün hareketler hayvan özgürlüğü için de mücadele etmediği sürece hem eksik hem de tutarsız hareketler olarak kalacaklar.